Yıl 2010… Tesadüfen, sırf burs kesilme durumu şartlarıma uyuyor diye tercih ettiğim İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’nde ders almaya başlamışım. Bu aslında okuldaki ikinci yılımdı. ilk yıl hukukla alakası olmayan bir hazırlık sürecini geçirmiştim. Lise sonrası toyluğum kalmamış ancak birçok acemiliği üzerimde barındırmaya devam ediyordum.

Hukuk fakültesini okuyanlar bilirler. İlk yıl dersleri genelde sonraki yıllarda görülecek derslerin genel başlığı gibidir. Programımızda ilk dönem için medeni hukuk genel hükümler ve kişiler hukuku dersi de vardı. Dersi veren hoca Prof. Dr. Ahmet Rona Serozan’dı. Dürüst davranmak gerekirse hocayı daha öncesinde tanımıyordum. Prof. Dr. Ahmet Rona Serozan bizim için artık “Rona Hoca”ydı.

Rona Hoca ilk dersinde biz öğrencilerine kitap önerilerinde bulunurken bu kitapları alabileceğimiz kitapçıların yerini tarif etmeyi de ihmal etmemişti. Zira biz öğrenciler, hukuk dünyasına yeni düşmüş neyin nerede olduğunu dahi bilmeyen bir yapıdaydık. Hoca, hukuk kitapları satan kitapçıların yerlerini tarif ederken, bilinmesi beklenen yerleri baz alarak bir tarif yöntemi belirlemişti. Tek bir kitapçı adı söylemek yerine bulabileceğimiz bütün kitapçıların adını saymıştı neredeyse. Tabii Rona Hoca’nın kendi kitabının 2010 yılındaki dersine yetişen baskısını almak birkaç hafta sürmüştü.

Derslere girip çıkıyorduk. Rona Hoca’nın dersleri üniversitenin şimdi artık olmayan binasında, birçok önemli toplantıya da ev sahipliği yapmış olan BS1 adlı salonda ya da artık Hukuk Fakültesi’nin olmadığı binada yer alan Mahkeme Salonu adlı derslikte görülmekteydi.

Günler günleri, dersler dersleri kovaladı. Vize haftası gelince çalışmak için hocanın yine biz öğrencilerine önerisi vardı. “Dersleri takip edemediyseniz kitabı okuyun, kitabı okuyacak vaktiniz de yoksa sınava girmeden önce en azından kanunu okuyun zaten kanunda her şey yazıyor” derdi.

Rona Hoca her zaman öğrencilerinin görüşlerine değer verirdi. Ders işlerken kitabı kürsüde önünde açık olur, işlediği konuyla alakalı öğrencilerden gelen bir yorum farkı yahut yeni bir yorum var ise bunu değerlendirmek üzere not alır ve kitabının bir sonraki baskısına mutlaka yetiştirirdi.

Hocanın nevi şahsına münhasır sözleri de vardı. Bu sözlerin bir kısmına kitaplarından da ulaşılabilir. Hoca kitaplarını en anlaşılır şekilde yazmaya gayret gösterirdi zira. Derslerinden hatırladığım ve günlük hayatımda hukuk ve adalet kavramlarıyla alakalı bir tartışma içine düştüğüm her anda Rona Hoca’nın “Sosislerin ve kanunların nasıl yapıldığını bilmek istemezsiniz.” ve “Mahkemeler hakkını aramak isteyen herkese açık ama unutmayın ki 5 yıldızlı oteller de herkese açık.” vecizelerini can simidi olarak ağzımın içinde tutarım.

Rona Hoca aslında üzerine külliyat yazılması gereken bir külliyat sahibi insan, cumhuriyet tarihinin belki de en büyük hukukçusu…. Bunun yanı sıra büyüklüğü kadar mütevazi, kibar bir İstanbul beyefendisiydi. Tam 7 gün önce hocanın ölüm haberini aldığım andaki şoku hala üzerimden atabilmiş değilim. Bu gün matemimizin 7. günü. Böyle değerlerin ardından belki daha çok konuşmak gerek. Konuşulmalı ki yeni nesiller de tanıyabilsinler Rona Hoca’yı.

Hocayı tanıyan artsın ki, Rona Hoca olmanın tesadüf olmadığı, Serozan olabilmek için önce iyi, dürüst, cesur ve kibar olunması gerektiği unutulmasın. Unutulmasın ki, ihtiyaç duyulan toplumsal barışa doğru ötekileştirerek, yargılayarak, etiketleyerek popülistçe değil de; anlayarak, anlaşarak, güçsüzün yanında yer alarak, hak bilinen yolda yalnızda olsa yürüyerek, iyilikle, şefkatle, tatlı dil ile ama lafını da budaktan sakınmadan ulaşılabileceği idrak edilsin.

Sonuç olarak bu dünyadan bir Ahmet Rona Serozan geçti.

Av. M. Samet Fidan